1954 yılında
Oltu'da doğdu.Ortaokul ve
liseyi Oltu'da bitirdi. Yüksek
öğrenimini Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi'nde
tamamladı.Edebiyat öğretmenliği
yaptı.
Öğrencilik yıllarında
ve halk edebiyatına ilişkin
yazıları Erzurum'un mahalli
gazetelerinde yayınlandı. Daha
sonra Edebiyat dergisinde göründü
ve derginin sürekli şairlerinden
biri
oldu.
.
Lise öğrencisi iken yazdığı "Otel
Odası" isimli şiiri ile Adımlar
dergisinin şiir yarışmasında
birincilik kazandı.
Yalnızca şiir geleneğimizin
biçimlerinden değil, geleneksel
düşünce içeriğinden de yola
çıkarak günümüzün şiir yapısı
içinde çağımızın çatışma ve
açmazlarını ince bir duyarlıkla
yansıtan bir ozan (Cumhuriyet
Yayın Dünyası) olarak nitelenen
İlhami Çiçek'in şiirlerini
topladığı Satranç Dersleri 1983
yılında yayınlandı. Genç yaşta
kaybettiğimiz şairin eserleri
(şiir ve yazıları), "Göğ Ekin"
adıyla kardeşi Latif Çiçek tarafından
1991 yılında yayınlandı. |
*******
SON ÖĞRENCE
çocuklar oturun
tahtayı sil yavrum kapa kapıyı
yaslanın arkanıza
nerde kalmıştık evet
ve nice canlar yaktı
meryem yüzlü gelinleri dul bıraktı
ve bu yedi canlı devi
ve devin alev fışkıran gözlerini
korkunç homurtusunu zehirli
tırnaklarını
varıp çatal yürekli yiğide
anlattılar
susun çocuklar
giydi savaş giysilerini çatal yürek
kuşandı silahlarını
öperek sevgilisinin alnından
duasını alarak annesinin
sinsi düşüncelerden yüreğini
temizledi
ve doğurgan bir sessizlikte
konuştu çatal yürek
dağ taş put kesildi dinledi
kurt kuş tutkularından arındı
dinlediler
ve doğurgan bir sessizlikte
okudu savaş duasını yüksek sesle
ve dedi "herkes okusun"
çocuklar susun
karanlıkta yola çıktı doğuşu
beklemedi
son kez bakmak istedi kaybolan aya
ve bir kedi sessizliğiyle girdi
mağaraya
dev az önce yemiştir yemeğini
devin gözlerinde uyku
çocuklar su
gir
geç yerine
ve yaklaştı deve çatal yürek
devi yakından gördü
sayıklamasını duydu
ve sevdi onu
ve çekti kılıcını
zırrr
SATRANÇ DERSLERİ
I
uzun bir nehirdir satranç
kıvrak ve uzatarak boynunu
nice güneş batışını yerinde görmüş
boynunu
oysa veba tarihçileri bilmemişlerdir
her karenin bir karşı veba girişimi
olduğunu
göğe bezgin bakanların bir türlü
öğrenemediği
bir oyundur satranç
evet ilk aşk gibi bir şeydir ilk
açılış
artık dönüş yoktur
kuşku bağışlanmasa da
tedirginlik doğal sayılabilir
ancak
yürümenin dışında bütün eylemlerin
adı
kaçış kaçış kaçıştır
çapraz özgürlüklerinde filler
acılardan yapılmış bir alanda
ne zaman ki esrirler
yazsak deftere sığar mıydı
şah açmazında vezirin ölümcül
tutkusunu
yerine göre piyonda bir tufandır
içinde hep bir vezir sürekli mahzun
düz gider çapraz vurulur ve uzun
uzun
günbatımlarını çağrıştırır
hüznün uçlarından dolanıp
yalın sıçrayışlarıyla piyonlar
arasından
ürkek ama cesur ama sevimli
açsa duyargalarını o tarihsel şiire
iyi bir oyuncu en çok atları sever
sen ey atını kaybeden oyuncu
bir ilkyazdan koca bir güz yontan
adam
bırak oyunu
artık
öyle bir ıssızlık düşle ki içinde
yeryüzünü
kişnesin
bizim atlar
II
nic'oldu onca oyuncu
oyarak
ette oyuk seyirmesinden
oyun kurarlardı
kaçıp
da süleymandan
kaf dağında otururdu
anka nic'oldu
o mağrur gemiler ki açıklarda
güneşin şanla her akşam ufala ufala
sukarın kabarıp taşarak savrulduğu
oradan
kesik bir insan başı gibi taşra
düşüp
helâk oldular
ün geldi ey iskender
çok acaip gördün ömrün tükendi
geri dön
ürktü
ki endişe
dünyadandır ve hayal hiçtir
sözü onun
... avda
yine geri dön bu son
yoksa öleceksin gurbette
dedi ses ve işitip ağladı
o koca iskender ki
tuhaf matlar yapardı
mat olduğu olağan biçimde
artık anlaşılmıştır günün akşamlığı
kesin mat yok
iyi oyun vardır sadece
ve satranç aslında dalgınların
oyunudur
dalgının ölüm karşısındaki sükûneti
düşmana
ölümün dehşetinden korkuludur
eğilip o oyuncu
uzatsa boynunu buyruğa
taşlar sürüldüğünde
kaleyi buyruksuz düşündü mü kişi
demek ki bütündür sallantıda
demek ki gök de anlaşılmaz bir
biçimde ölü
cinayetler de yeryüzüne paramparça
dağılmıştır
aşk ve umut dağılmıştır
koygun bir gece gibi günü kaplayan
sevgilinin gözlerindeki zeytin
siyahını
o oylum oylum kabarık şiiri
kaplayan
bir şeyse buyruksuzluk
taşlar sürüldüğünde
alıp kişiyi kayalara çarpar
buyruksuzluk
çağı binip
cübbesinden gözükara süvariler
çıkaran
o beyaz taş oyuncusunu nerde bulmalı
tutup üzengisinden öpüp koklamalı
III
söyleyelim eBir
ha
in
dir
eSekiz yok
yok ayrı bir düşman falan
ey e hattındaki budala
-Tanrım ne saflık -
bir ara dilim sürçse
de at kıskacını anlatsam
desem ki Ha -
derler ki kemik atıyor
köpek resmine bu adam
anlatsam apaçık olanı
gecedir halk
etinin önünde anlam
katledilmiştir
vardın
söylemezler otlar
çok sütun düştü
nice bir taş
ne zamana yetiştin
aykırı sürekli çalka
de ki ey at kıskacı kabaran
ateş almış ve ey at kıskacı
diye bağırarak
o oyuncusunu oynadığında seni
konuş benimle
sana hizmet danışayım
IV
hüzün
yalındır-dağdan
aparılmış kar topakları gibi
yel ki ince
ipince bir teldir kopmuştur
insan
azar azar kopmuştur
yalnız hüznü vardır kalbi olanın
hüzün öylece orta yerdedir
tuhaf bir yarma yaşanıyordur
çepeçevre şeytan kilitleri
sınav
V
bir oyuna rast geldim
her taşı yakup hüznü
anlat
bu boşalmış at
hüzündür
yanında kalfa
çırak
ben bir oyuncu tanıdım
daha
ataktı
gördüm ki çatlıyordu
kara kuzgun
kâbusa beyaz bir su
oyuluyordu
' ve sabır
olmasaydı
yeryüzünde
bir gün
kalınabilir miydi?'
VI
bu hüznün
mesnevisi yazılmadı
gürbüz tarhlar öldü
o ceylanda
birkaç minyatür
mütekeddir
-de bana bu esrime
bu koygun minyatür yalnızlığından
başka nedir-oysa
kocaman aşk
usanç
hep eksiler alanında
olup biten bir şeydir
parçala bu trajik geçiti
o taşı sür ey insan
taşı taş-çünkü saat
sınanan bir süreçtir ve atlar
yanıldıklarında
kaygan
o karangu duvarına çarpıp kuşkunun
düşer ölü atlar
çünkü satrançta
çünkü orada ve burada
her zaman
Öğretidir zaman
aşkın da
katları vardır-kadim
kabarık bir öyküdür alınyazısı
ey aşk
elbette başındasındır belâ kitabının
ne çok dilin var
gece ki anlamadı
şu anda
o
ibrahim ve ishak
yargıç yok taşı kim atacak
leyla bilmez mi gerekli olduğunu
diye döğünüp duran
gece ki ey gece
o külli aynalar
seni ararlar
ıssız bir hat fotoğrafın
dan sana çıktım
oynanan
göstermelik bir son oyunuydu
aldandın
ağır taşlar verdik
....ve ay seni bulduğunda
yani ki kanıtladığında kendini
ben
müthiş bir başlık atacağım
şiirime
sevgili gecem diye
VII
şebçerağ
söndü mü
diye bir ses
sahi şebçerağ nerde
iskender! iskender!
diye bir ünlem
bu nasıl iskender
aramaz bengisuyu
diye bir hüzün
hişt! Dostlarıma şunu haber ver
denize açıldım
ve gemim parça parça oldu
diye bir im
denli narindir intikam
intikam içli bir marştır gerçekte
bir ara ses aygıtını yırtarak
çıkarılırdı
o şimdi
dışlanmış bir taş olarak
karlı kış gecelerinde
acılı bir genç şairin her geçişte
hüznüne tanık olduğu
metrûk bir kümbet denli müşahhas
aşktır-ve o
ne rahîm bir yürüyüştür gecede
(o yıllar bir ressam tanırdım
gök çizemezdi
yüksek evler yapardı yitik kadın
yüzleri-bir gün
o kentin
-tarihsel bir kenttir-
o çarşısındaki hasır iskemleli
kahvede
onu bir cenini çizerken gördüm
bütün öğeleri belliydi ama neden
gözsüz
ama neden bir kaleden artmış kapı
tokmağı gibi
ıssız ve dokunaklı
diye sormadım çünkü ben
ağlayanları severim ve güzeldir
ağlamak
denilebilir kibir
insan en çok ağlarken güzeldir
vakit de akşamdı dışarıda kar vardı
kar yüzyıllardır alabildiğine vardı
insanlar doğar konardı konar göçerdi
sonra o bütün resimlerini yırttı-
birden kaybolmuştu
arıyor diye duydum bir şeyi
çağın unutturmak istediği
belki derin bir gök resmini
ye'si biçen o eşsiz kılıncı gürbüz
hamleyi)
bu taşı da sürüyorum
koyar gibi o güzel yapının üstüne
ya da komaz gibi taş üstünde taş
(ben daha çok taşları mı anlıyorum
nedir
ve neden taş-
çakmak taşı satranç taşı
sapan taşı göktaşı)
reddetmek gerekiyor kimi taşları ve
şeyleri
sözgelimi sapan taşını
-o göz çıkarır sadece-
ortadaki gökkasabı gökdeleni
tanrısız tecimevlerini caminin hemen
önünde ki
ana caddedeki aykırı kadının
salınışını
yanlış konumunu gülün evlerde
bahçelerde
ve hatta parklarını bile bu taş
mekânın
reddetmek gerekiyor
çağa çıktığımda
kan- çoğalan bir sûret ve kendini
ta içerlerde bir yerin
üşüyor-duymuyorsundur
yinelenir durur- şu sanki ne
diye-akşam ki
dönüp nefsini içine tuttuğun
yüzündür
senin yüzün-paramparça
bölük pörçüktür
şu kuytu kalabalıkta
şu yalnızlıkta
ivedi ve kirli sarı
dişiliğini kullanıyordur kuşku
kuşku
(çağı deştiğimde
o yüz
diyor yoruldum-aynalar
gösterebilir mi hiç- bana sonumu
nedensiz başladım oyunculuğa
bitireceğim raslantıyla- oyunumu
dostlarım da
var-intiharlar
her akşam ıslak- yapışkan
saçlarıyla girip odama
paniğimden pay toplarlar)
azaldı
halk içinde yüzdeki ben gibiler
eldeki siğile
çıbana-etin yumuşak bir yerinden
sökün eden-
döndü halk ve cüzzam ne gün yürüdü
ve hep bir yaprak değil miyiz ki
bir zaman yarıp çıkarmak serüveninde
özdalımızı
topu topu bir mevsimi yaşarız işte
müşa'şa bir sonbahar figüranıyız
hepimiz de
ve cüzzam ne gün yürüdü sormalı
değil mi ki ebabil
adil
bir infazın adıdır
ve insan-
ne şu ne bu-
iyi oyunundan
sorulmayacak mıdır
VIII
(kıstak)
her dakika
henüz ölmüş gibi ebûzer
kimsesizsindir
içlemin gamevi ay emek
kesik kesik solur
avcının ela gözlü nesnesi
kaybettiğin divit- kırdır
faniliğindir o ağaç ki
zekeriyya onda saklıydı
yazı ebediyyen vardır
-ortadaki göçük
içerideki dehşet
pusudaki bungu
kıyım mahzen kan-
çok kandil kırılmış-sanki
her şey için- niçin
ertelenir sanır insan her şeyi
öyle sanır- yeniden han
o ölümsüz mutantan
taş- düşmüş
vardır- orada nasılsalar öyle
apaçık
kırıktırlar
dili faldır aşkın ey taş
LEYLA
günlerden bir özge gün müdür
yaprak dökümü müdür gizemli neylerin
dağlar leyla albenisiyle mi
donanmıştır
bulutların doluktuğu
bunlar sözcük müdür yoksa tuz ırmağı
mı
Roma'ya yakınılan ben miyim
bir gün
her gün gelen meleğin gelmeyeceğini
bilen ben miyim
ilenen leyla mıdır leyla mıdır
(kötürüm bir yel eser ıraklardan
üçgenlerin eşliğinde
unutulur olay özellikleri
şems'in öğütleri erir ufukta
doğuda batar güneş)
kötürüm bir yel eser ıraklardan
çağlar alınyazımı tartışır
karanlığı tırmalar karanlık bilgeler
evren bir savaş alanıdır
aşkı eline dolayan bir dize yürür
üstüme
bir kent mecnunu keser yollarımı
leylayı sorar
(ölüm şarkısını çalar gizemli neyler
düşer -bu bir ölüm düşüşüdür-
çılgın hüseyniler
bağlanır bir aksak hicazda şevki
bey'in kolları
doğuda batar güneş)
leyla bir özge can mıdır
can içinde can mıdır
bir adam anlattılar leyla'yı
avuçlarında gizliyormuş
bir adam koynunda taşıyormuş onu
onları kıskanmak mıdır leyla'ya
giden yol ağlasak bağışlar mı
nasıl ölünür uğrunda
söz verilmiş ülkede yabancı
ağlamayan gezgini düşündüm
nil'i gözleriyle içen bir bilge gibi
sara gülümsüyor
yargıç yok taşı kim atacak
leyla bilmez mi gerekli olduğunu
şu anda
ben ibrahim ve sara
leyla bilmez mi
DÜŞ
tanda gül yağmuru gökcül karmaşa
oylum oylum büyüyen izdüşümler
çemberi
ay bölündü ezgilerde upuzun
bir dağ bir dağı çağırdı besbelli
ıssız patikaların yalnız izcisi
gün çözülürken ırmağın gölgesinde
çık gel düşümüzü hayra yorumla
gel de ürküt kuşlarımızı sevgili
çıplak bayırlarımızda korku
yanlışlık
kaynar ölüm saçan su çizgileri
sen sevgilisin kuşları
ürkütebilirsin
SESSİZ
her şey eninde sonunda sessizdir
bir günün kırılganlığından
kalan ve tekrar tekrar kırılan
müteellim bir insan sesinin
başlattığı
ağlamanın kırı
sessizdir
dalda
yalnız ve darılmış bir elma
yalnız ve yapraklar örtmüyor onu
gelen akşama
geçen akşamın içlenmeleri dadanmış
bu kahır sessizdir
içinin çıngarlarından yonttuğun
asi bir atbaşı gibi rüyalarının
ucunda
umudun
sessizdir
filistin akşam üstleri
sessizlik bir file somun gibi
Âşık Hüseyin Sümmanioğlu ile
Atışması
Dinle şair dinle sözlerim sana
İçerden sevdalı nakışın var mı
Neden boynun büktün bana baksana
Nilüfere benzer kokuşun var mı
Kimse bilmez yüce dağın karını
Aklar mı bürümüş şakaklarını
Darıldığın zaman yapraklarını
Hazan vurmuş gibi döküşün var mı
Önem verir misin büyük gayeye
Yoksa boş mu verirsin sen de her
şeye
Darıldığın zaman kahpe feleğe
Ah! Of! Diyerek iç çekişin var mı
Bülbül ses verir mi ey âşık sesen
Seher yeli midir başında esen
Şiir dünyasına gider misin sen
Yoksa bundan başka çok işin var mı
Sevda mıdır alevlenen dilinde
Kırık mıdır sazın teli elinde
Leylâ’ya yâr olup aşkın yolunda
Çağlayanlar gibi akışın var mı
Ey âşık sende bir şeyler var gibi
Gözlerin derinden hep ağlar gibi
Savaşı kazanmış hükümdar gibi
Şiire tepeden bakışın var mı
Hiç uğradın mı sen bülbül köşküne
Hepsi kin bağlamışlar gül köşküne
İlhami der âşık gönül köşküne
Sevda bayrağını dikişin var mı
Sümmanioğlu’nun Cevabı:
Sevda boyağına girip boyanan
Bin bir örnek alır nakışsız olmaz
Nilüfer yaprağına yatıp uyanan
Misk-i anber gibi kokuşsuz olmaz
Gezen bilir yüce dağın karını
Bazen de ak bürür şakaklarını
Erişir sonbahar yapraklarını
Eser sâm rüzgârı döküşsüz olmaz
Uzak olmam bana yarar gayeden
Elim sermayem cürm-i iradem
Ezelden Leylâma kıldığım vadem
İçin için âh! of! çekişsiz olmaz
Âvâzım dengi bülbül âvâzı
Seher yeli gibi kıldım pervâzı
Şiir dünyasına uğrarım bazı
Ömr-i dünyada çok işsiz olmaz
Sevda ateşidir yaktı dilimi
Bozuk sazdan felek kırdı telimi
Dağlar perde çekmiş koymaz yolumu
Yine seylâb gibi akışsız olmaz
Bu menzilde yorgun değil kanadım
Tenhalarda yaşın yaşın ağladım
Al çıkarıp karaları bağladım
Leylâsını arayan bakışsız olmaz
Dertli bülbül minnet etmez üç güne
Sümmanoğlu kin yakışmaz düşküne
Bayraktarım bu sevdanın köşküne
Nitekim ay yıldız dikişsiz olmaz
tuba
büyüküstünSohbet
tuba büyüküstün
tuba
buyukustun